Skip to main content
İlham Veren Yazılar

Yeni Eşitsizliğin Eşiğinde Ebeveyn Olmak: Ailede Çocuk Katılımı

Yazar: 6 Aralık 2020Şubat 13th, 2022Yorum bulunmadı.

Hedef Kitle:

İçerik Dili:

Özet:

Tahmini Okuma Süresi: 9 dakika

Melda Akbaş, 2017-2019 Ashoka Türkiye – Çocuklar için Ashoka Program Direktörü

Bu yazı, 22 Kasım 2019’da “Çocuğun Katılım Hakkı:Neredeyiz?” sempozyumunda Ashoka Türkiye’den Melda Akbaş’ın yaptığı konuşmanın deşifresinin konuşmacı tarafından düzenlenmesi ile hazırlanmıştır.

Herkese merhabalar. Çok teşekkür ederim. Mesude Hocam çok hoş takdiminiz için de teşekkür ederim. Bu oturumdan beklenti büyük. Ben de bu beklentiyi karşılamaya çalışacağım.

Öncelikle bugün Çocuk Çalışmaları Birimi tarafından düzenlenen bir sempozyumda olmak, çocuk katılımında neredeyiz sorusunu ÇOÇA’yla birlikte sormak benim için çok heyecan verici. Pek çoğunuzun da bildiği gibi kuruluşundan 2016 yılına kadar İstanbul Bilgi Üniversitesi Çocuk Çalışmaları Birimi’nde çalıştım. Çocuk haklarıyla ilgili, çocuk katılımıyla ilgili öğrendiğim, deneyimlediğim, temas kurduğum pek çok bilgi aslında ÇOÇA’nın bilgi ve tecrübelerine dayanıyor. Bugün de ‘Ailede Çocuk Katılımı’ başlığında genel bir çerçeve vererek, sözü diğer panelistlerimize bırakmaya çalışacağım.

Aslında kendimi biraz tanıtmış oldum. 13 yıldır çocuk, eğitim ve çocuk hakları alanında çalışıyorum. 3 yıldır Ashoka Türkiye’de Çocuklar İçin Ashoka programının yürütücülüğünü yapıyorum. Hem öğretmenlerle hem eğitmenlerle çeşitli çalışmalar yürütüyoruz. Bu çalışmalarımızı da kendi başımıza değil – özellikle vurgulamak istiyorum – alanda bu konu üzerine çalışan uzman kurumlarla ve kişilerle işbirliği içinde yapmayı oldukça önemsiyoruz. İşbirliği de aslında katılım konuşmanın, her alanda öncelikli bir unsuru.

Ben en son soracağım soruyu en başta sorarak başlamak istiyorum. Çocuk katılımının neresindeyiz sorusunu sorarken ilk sorum aslında şu:

Çocuk katılımı için şimdi adım atmayacaksak, çocuk katılımı için bugün uygun ortam ve koşulları yaratmayacaksak ne zaman yaratacağız? Dolayısıyla en son şunu sorarak bitireceğim: Çocuk katılımı şimdi değilse ne zaman, çocukların bugününde değilse yaşamlarının hangi döneminde hayata geçecek?

Aslında bunun cevabı tabii ki bugün. Diğer bir taraftan – bugün burada sabahleyin de konuşuldu – çocuklarla çocuk katılımını, çocuklarla çocuk haklarını konuşmak olmazsa olmaz ama benim için bir o kadar da yetişkinlerle de bu konuyu konuşmak kıymetli. Çünkü bu alanda çalışmaya başladığım ilk günden beri hep şuna inandım. Zaten insan hakları çerçevesi aslında çocukların da, yetişkinlerin de temel haklarını yeterince tanımlıyor ancak çocukların gelişen kapasitelerini göz önünde bulundurmak, gelişimlerine uygun ihtiyaçlarla yanıt vermek ve aslında çevresindeki tüm sorumlu yetişkinlere çocukların insan haklarını hatırlatmak için Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne, Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’ye ihtiyacımız var. Dolayısıyla bugün aslında çocuklarla olduğu kadar yetişkinlerle çocuk haklarını konuşmak, aile katılımını konuşmak beni çok heyecanlandırıyor.

Hatırlayalım, bugün için davetimiz neydi? Aslında bir davetle buraya geldiniz. Ben kısaca onu hatırlatmak istiyorum ne bekleyebiliriz bu konuşmadan, bu oturumdan diye. Çocuklarımızı bugünün ihtiyaç ve beklentileriyle desteklemek için çocuk katılımı yaklaşımı acaba bizlerin, yetişkinlerin, ebeveynlerin de üstündeki ağır yükü – çünkü hepimizin üstünde oldukça fazla yük var ebeveynler olarak da – alabilir mi? Acaba bu yükü alacak bir yaklaşım da olabilir mi? “Bizlerin de hayatında bir kolaylaştırıcı rol üstlenebilir mi?” aslında ilk olarak size sormak istediğim sorular.

Bir diğer soru da çocuk katılımını bugün göz ardı ettiğimiz durumlarda hem çocuğun gelişimi için, hem kendimiz için, hem de içinde yaşadığımız toplum için, hep birlikte paylaştığımız dünya için, daha ileriki yıllarda onarılması zor telafisi mümkün olmayan bazı noktaları gözden kaçırıyor, bazı yapmamız gereken şeyleri öteliyor ve aslında telafisi mümkün olmayan demeyelim belki ama biraz onarılması güç olacak bir durum yaratmıyor muyuz? Bunu sorarak başlamak istiyorum.

Fark Yaratan Sınıflar eğitiminde katılımcı öğretmenlerden biri “Bağımlı çocuklar yetiştiriyor, özgür toplumlar hayal ediyoruz.” demişti. Üzerine düşünülesi bir cümle değil mi?

Sabahleyin de söz edildi ama çocuk katılımı nasıl ortamlarda mümkün, nasıl hayata geçebilir? Çocuk katılımının çocuk hakları sözleşmesinde bir tanımı var. Ama isterseniz şöyle bir bakalım. Sevgili Laura Lundy sabah zaten bahsetti. Güvenli ortam çocuk katılımının hayata geçmesi için kritik önemde. Bununla birlikte gerek aile ortamında – bu arada bu parantezi açmak istiyorum, benim için çok kıymetli – aile derken, ebeveynlik derken neyi kastediyorum? Aslında aile derken çocuğun etrafında çocuğun gelişiminden sorumlu tüm yetişkinleri kastederek konuşuyorum. Çünkü biyolojik bir annelik-babalık ilişkisinin ötesinde benim burada anlatmaya gayret ettiğim aile ve ebeveynlik vurgusu çocuğun gelişiminden sorumlu her birey, onun etrafını ören tüm yetişkinler benim aile tanımım içinde diyeyim.

Çocuğun alacağı kararlarda, nasıl ilkeler çerçevesinde çocuk katılımını sağlamak mümkün? Öncelikle çocuğun bilgilendirilmiş olması gerekiyor. Söz konusu durumun çocukla ilgisinin ve ilişkisinin kurulmuş olması, çocuk dostu bir yaklaşımla bunun hayata geçmesi gerekiyor. Çocuğun, ailedeki tüm çocukların katılımına eşit biçimde açık olması, gelişimine uygun olarak tasarlanmış olması, güvenli olması ve çocuğun kendiyle ilgili ev ortamında, toplumsal alanda, eğitim ortamında görüşünü ifade ettiğinde kendini güvende hissettiği ve olası risklerin yetişkinler tarafından öngörülerek önlenebildiği bir sistemden bahsediyoruz ve tabii ki bunun gönüllü olması gerekiyor. Yine Lundy bahsetti, çocuğun görüş vermeme hakkının, çocuğun kararlarda sessiz kalma hakkının da katılımın bir parçası olduğunu akılda tutmak gerekiyor.

Belki sabah bazılarınız Lundy’nin sunumunda orada değildiniz ama çocuk katılımını 4 temel prensip üzerinden anlattı: Alan, ses, dinleyici ve etki. Dolayısıyla aslında bu çocuk katılımının ilkeleriyle de son derece ilişkili. Çünkü biraz sonra da zaten bahsedeceğim karşınızda bir dinleyicinin olması gerekiyor. Şimdi şunu da söyleyeyim; ara verdiğimizde arzu ederseniz çocuk katılımı ve çocuk hakları üzerine çalışıp kendi evinde çocuk katılımını nasıl hayata geçirdiği konusunda kaygısı, sorusu olan ebeveynlerle – ki bazılarının yüzlerini şu anda salonda görüyorum. Ben de onlardan biriyim – sohbet edebiliriz. Her gün bu sorgulamayla yaşıyorum ben de. Ayrıca bir oturup dertleşme seansı da yapabiliriz. Bu oturum o dertleşme seansı olmayacak ama… Diğer yandan nasıl çocuğun bazı hakları, örneğin eğitim hakkı tam anlamıyla yaşama geçmediğinde bundan vazgeçmiyorsak, katılımı da öyle düşünmek gerekiyor, olmadı diye vazgeçmek yok, denemeye, çabalamaya, sorgulama devam…

Ailede çocuk katılımı için önce isterseniz katılımın ne olmadığından bahsederek bir başlayalım. Çocuğun her istediğinin yapılıyor olması, ailede çocuğun tüm taleplerinin hayata geçiriliyor olması çocuk katılımı değil. Zaten eğer ki çocuk katılımı bu olsaydı, bu çocuğun yüksek yararının, çocuğun korunma hakkının, çocuğun yaşama ve gelişiminin desteklenmesine ters düşen bir süreci de beraberinde getirirdi.

Biz aslında çocuk katılımının altını çizerken tüm haklarla birlikte ve çocuk haklarının tüm ilkeleriyle birlikte – çocuğun öncelikli yararı, ayrım gözetmeme, yaşama hayatta kalma ve gelişim, çocuk katılımı- yaşama geçmesinden söz ediyoruz. Bunları hayata geçirirken de önceliğe çocuğu koyarak, hem bugün hem de gelecekte çocuğu nasıl etkileyeceğini düşünme sorumluluğu önümüze geliyor.

İki tane görsel vardı, size göstermek çok istiyorum. Türkiye genelinde veya dünya genelinde tüm ebeveynler için bundan söz edemiyor olsak da, herhalde çok duyduğumuz kavramlardan biri son zamanlarda helikopter ebeveynlik.

Çocuk için çocuk adına hareket etme halimiz. Çocuk için onun önündeki tüm engelleri, tüm sorunları onunla birlikte değil, onun adına ortadan kaldırma halimiz. Belki burada Safter de bir çerçeve verecektir. Sporda bu nasıl oluyor? Esra da bize bir çerçeve verecektir. Dijital medyada bu nasıl hayata geçiyor? Ama çocukla birlikte bunu nasıl yapmak mümkün ve aslında çocuk katılımı derken çocuk adına değil çocukla birlikte nasıl mümkün olacağını konuşmamız gerekiyor.

Peki acaba çocuk katılımı nasıl ortamlarda gelişemiyor, yaşama geçemiyor? Otoriter, baskıcı, kuralların bir grup tarafından verildiği ve diğer bir grubun bu kurallara uymak zorunda kaldığı… Belki de ev ortamlarımız aslında buna çok iyi bir mikro örnek. Çocuğun ihtiyaçlarına uygun, yaşına, gelişimine uygun bir güven ortamının sağlanmadığı ya da talepleriyle ilgili, ihtiyaçlarıyla ilgili küçümseyici, zaman zaman belki alaya varan; belki aslında hiç fark etmediğimiz, küçük espriler olarak gördüğümüz ama onu örseleyebilen halimiz, tavrımız çocuk katılımının önünde engel oluşturuyor. Oysa ki çocuğun duygularını, ihtiyaçlarını ifade edebildiği ortamlar yaratmak çocuk katılımının ön koşullarından. Diğer yandan kimi zaman oldukça yargılayıcı da olabiliyoruz çocukların görüşlerini ifade ettiği ortamlarda. Bunu sadece aile için ya da ev ortamı için ifade etmiyorum. Aslında çocuk katılımının hayata geçmesi gereken tüm ortamlardan bahsediyorum. Ama bugün burada mikro sistemi konuşuyoruz. Dolayısıyla değişimi o mikro sistemde başlatabileceğimiz ölçüde aslında makro sistemleri de dönüştürme gücümüz olacak.

Peki çocuk katılımı nasıl ortamlarda mümkün? Öncelikle çocuğun; ailenin , toplumun eşdeğer bir üyesi olduğunun kabul edildiği, çocuğun eğitimden sanata gündelik hayattan boş zaman aktivitelerine kendini ilgilendiren kararlarda görüşlerini rahatlıkla ifade edebildiği ve bunun için bu uygun süreçlerin zaten en başından, erken çocukluğundan itibaren tasarlandığı sosyal duygusal öğrenmeyi; yani çocuğun duygularını ve ihtiyaçlarını ifade edebilecekleri alanların yaratılmasıyla mümkün.  Dolayısıyla çocuğun yine erken yaştan itibaren hem kendi duygularının hem de çevresindeki diğer bireylerin duygularının farkına varabildiği duygu-okuryazarlığı becerisini edinmesi gerekiyor. Yine çocuğun yaşına ve gelişimine uygun sınırların çizildiği ama bu sınırlar içinde özgürlüğünün tanımlandığı, hata yapabildiği ve bu hatalarından dolayı yargılanmadan, hatalarından öğrenerek, hatalarının etrafında onu destekleyen yetişkinlerle birlikte onarılabildiği bir ortam gerekiyor. Yine sabah bahsedildi aslında katılım hakkı diğer tüm hakların hayata geçmesi için büyük önem taşıyor.

Şimdi aslında şöyle bir şey rica ediyorum. Herkesten bir dakika kadar, üç dakikamın bir dakikasını sizinle paylaşmak istiyorum. Kendi çocukluğunuza döndüğünüzde acaba ailenizde, hayatı birlikte paylaştığınız yetişkinlerle veya diğer çocuklarla katılım hakkınızın burada bahsettiğimiz çerçevede hayata geçtiği – hepimiz aslında muhtemelen burada 25-30 yaşlarının üstünde yetişkinleriz. Nilgün’ün bahsettiği gibi o kadar dillendirilen bir hak değildi bizlerin çocukluğunda. – ya da bizi ilgilendiren kararlarda görüşümüzün alındığı ya da alınmadığı bir anı düşünsek nasıl hisler, nasıl duygular, nasıl izler bıraktı bizde? Bugüne o duyguları nasıl taşıdık? Sizden bir 10-15 saniye düşünüp, yanınızdaki, sağınızdaki olabilir, solunuzdaki olabilir, ilk temas kurduğunuz kişi olabilir; bir paylaşmanızı rica edebilir miyim acaba?

 

[Okurken sizler de bir anınızı düşünür müsünüz?]

 

Sohbet koyulaşmaya başladıysa eğer sizi arada devam etmeye davet edeceğim. Aslında bunu düşündüğümüzde belki şu an çevremizdeki çocukların duygularının, düşüncelerinin, ihtiyaçlarının onların bugünü için, onların varoluşları ve onların gelişimi için ne kadar kıymetli olduğunu bir kez daha kendi duygularımız üzerinden bir empati kurarak fark edebiliriz diye sizinle böyle bir düşünme egzersizi yapmak istedim.

Konuşmamı şöyle tamamlayayım. Son yıllarda herhalde en fazla değişimi konuşuyoruz. ‘Değişim’ sözü her yerde. Hepimizin karşısına sıklıkla çıkıyor. Endüstri 4.0 olarak tanımladığımız yeni sanayi devriminin eşiğinde olduğumuzdan söz ediyoruz. Yeni dijital devrimden bahsediyoruz. Yeni insan olma hallerinden, yeni iş yapma hallerinden, yeni öğrenme biçimlerinden bahsediyoruz. Bu değişim toplumun çeşitli kesimleri için yeni eşitsizlikleri de beraber getiriyor makro sistemde, bu belki başka bir panelin konusu olur. Ancak çocukların mikro sistemlerinde daha eşitlikçi yaşamaları mümkün. Ama şöyle bir soruyla sizleri sevgili panelistlerimize emanet etmek istiyorum.

Bizlerin yetişkin tutumları, bizlerin ebeveynlik tutumları bu değişime ne kadar ayak uydurabiliyor? Bizler ebeveynler olarak çağın gerekliliklerine, çağın ihtiyaçlarına ve beklentilerine, çocuklarımızın ihtiyaç ve beklentilerine, değişimin gerektirdiği becerileri  – empati, ekip çalışması, işbirliği, yaratıcı problem çözme vd. – günlük pratiklerimize yansıtmaya ne kadar yanıt verebiliyoruz?

En başta sorduğum soruyu tekrar sorayım. Bu kadar yetişkinler tarafından kurgulanmış bir dünyanın, bu kadar yetişkinler tarafından kurgulanmış sistemlerin içindeyken çocuk katılımı için harekete geçmek adına şu an adım atmayacaksak ne zaman adım atacağız?