Skip to main content
İlham Veren Yazılar

Yerel Yönetimlerde Çocuk Katılımı Deneyimi

Yazar: 13 Aralık 2020Şubat 13th, 2022Yorum bulunmadı.

Hedef Kitle:

İçerik Dili:

Özet:

Tahmini Okuma Süresi: 12 dakika

Ceren Suntekin – Şişli Belediyesi Eşitlik Birimi

Bu yazı, 22 Kasım 2019’da “Çocuğun Katılım Hakkı:Neredeyiz?” sempozyumunda Şişli Belediyesinden Ceren Suntekin’in yaptığı konuşmanın dökümünün yine konuşmacı tarafından düzenlenmesi ile hazırlanmıştır.

En başta geldiğiniz için teşekkür ederim. Sona kaldım. Umarım sizi sıkmadan hızlıca ve verimli bir şekilde toparlarım. Burada Parlayan Çocuklardan da dinleyiciler var. O yüzden çok heyecanlıyım. Onlara da söyledim. Sonrasında sunumumu nasıl buldukları ile ilgili değerlendirme yapacaklar.

Ben 18 yıldır çocuk hakları alanında çalışıyorum. Daha önce sivil toplum örgütlerinde çalışıyordum ama son 3 senedir belediyelerle ilişkilenmeye başladım. İki senedir Sarıyer Belediyesinde çocuk hakları danışmanlığı; son bir senedir de Şişli Belediyesi Eşitlik Biriminde uzman olarak çalışıyorum. Dolayısıyla konunun hem belediye kısmını hem de sivil toplum kısmını görmeye fırsatım oldu. Sahadan da kopmamaya çalışıyorum. Çocuklarla çalışmaya devam ediyorum. Hem politika kısmını hem de uygulama kısmını bir arada tutmaya çalışıyorum. Tabii ki de çok yoruluyorum. Ama sanırım böyle daha gerçekçi şeyler de çıkabiliyor.

Size bir soru sorarak başlamak isterim. Bunu merak ediyorum aslında;

Kendi yaşadığınız yerde – hangi ilçe ya da ilde yaşıyorsanız –  o belediyelerde sizce çocuk  görünürlüğü nerede? Yani çocukların temsil edildiğini nerede, nerelerde görüyorsunuz? Oturduğunuz bölgede çalışan belediye; çocukları ne zaman, hangi durumlarda görünür kılıyor?

Diğer sorum ise, daha çok çocukları olanlara bir soru. Bir de çocuğu olmayıp da kendi çevresinde tanıdıklarının çocukları olanlara…

Hangi belediye hizmetlerine çocuklarınızı götürüyorsunuz? Ya da tanıdıklarınıza öneriyorsunuz? Yani gerçekten çocuklarla ilgili hangi çalışmalar sizin ya da çocuğunuzun ilgisini çekiyor?

Sizleri de dinledikten sonra, ilettiklerinizi de katarak toparlamaya çalışayım. Belediyeler çocuklarla nerelerde ilişkileniyor?

BELEDİYELERİN ÇOCUK KATILIMI ALGISI

Biraz yerel yönetimlerin çocuk algısına bakalım isterseniz. Burada sizin de bahsettiğiniz gibi etkinliklerde, fotoğraflarda görünen çocuk sayısı belediyeler için bayağı önemlidir genelde. Belediyelerde çalışan arkadaşlarım var burada. Çocuk konusunda sayı meselesi neredeyse tek takıntıdır. Fazla olsunlar, ortama “uygun” görünsünler. Aslında birçok çalışmada çocuk “nicelik” olarak var olur; değil mi? Ne kadar çocuk? Ne kadar kalabalık? Görüntü nasıl? Yoğunluk nasıl? Çocuk sayısının fazla olduğu bir görüntü verilebiliyor mu?

Bayramlar da öyledir. Başkanın halk nezdinde daha “tatlı” gözükmesini sağlayan imgelerdir çocuklar. Ben çok rahatsız oluyorum, bütün başkanlar tırnak içinde “dokunmak” istiyor (yani etki edecek şeyler yapmak istiyorlar) çocuklara ve gerçekten dokunuyorlar aslında, fazlaca. Kucağa alanlar, öpenler, dans edenler(ya da dans etmeye zorlayanlar). Başkanlar için çocuklar; kendilerini “vatandaş” nezdinde gerçekten tatlı göstermek için kullandıkları araçlar çoğu zaman…

Bir de iyelik ekleri var! En çok duyduğumuz şeylerden biri de:”Engellilerimiz”, “Kadınlarımız”, “Çocuklarımız” ifadeleri…  Çocuklar burada da mülkleştirilen gruplardan biri oluveriyor. Bu tuhaf aidiyet haliyle onlar adına karar vermekte beis görmeyen bir belediye ile karşı karşıya kalıveriyoruz.

Diğer konu ise iletişim “süs”ü olarak belediyelerin çocukları sosyal medya hesaplarında bolca kullanmaları. Çünkü belediyeler vatandaşını çocuk yüzleri ile eğlemeli, öyle mi? En zor konular bile anlatılmak istendiğinde, verilen mesajlar çocuklarla süslenir. Böylece konuların “yumuşatılması” sağlanır! Bu açıdan belediyelerinizin sosyal medya hesaplarına bir de bu gözle bakmanızı öneririm. 

Üzerine en çok mücadele ettiğim ve en sorunlu bulduğum diğer bir konu ise: “toplu sünnet törenleri!” Bilmiyorum belediyelerin, “toplumsal erkeklik inşasına” katkı sağlama gibi bir misyonu olabilir mi?! İnsan hakları/çocuk hakları alanında çalıştığını ifade eden birçok belediye dahi toplu sünnet törenlerinden asla vazgeçmiyor. Burada yanlış anlaşılmaya mahal vermemek için bunu açmak istiyorum: Gerçekten desteğe ihtiyacı olan, sünnet yaptırmak isteyen ailelerin belediyeden taleplerinin olması ve belediyelerin bunu karşılamak için hizmet sağlaması elbette önemli. Ancak bunun törenleştirilmesi, yaygınlaştırılması, şapkasından asasına kıyafetlerin sağlanması, başkanla can acısıyla gülmeye çalışan çocukların kare kare sosyal medyada görüntülerinin yayınlanması… Hem ciddi bir cinsiyet eşitsizliği hem de çocuğun nasıl algılandığı üzerine ciddi bir gösterge. Bu sünnet töreni gerçekten çocukların ihtiyacı mı yoksa çocukların ebeveynlerinin bir talebi mi? Toplu sünnet törenlerini gerçekten çocuklar için çalışan bir belediye başlığı altında görebilir miyiz?

Çocuklara yapılan “gelecek atfı” da belediyelerde sıkça karşılaştığımız algılardan biri. Çocukların şu ânına, 0-18 yaş arasındaki ihtiyaçlarına odaklanmak yerine geleceğin büyükleri olarak yatırım araçlarına dönüştürülmeleri… Özellikle burada çocuklar; belediyelerin (yöneticilerin) kendi siyasetlerinin bir teminatı ve devam aracı gibi kullanılıyor. Mitinglerde “aydınlık yarınlar” ya da “umut” olarak dile getirilmesinden tutun, seçim zamanlarında çocuklar üzerinden ailelerine bir oy potansiyeli olarak erişilmesine kadar…

Çocukların toplu taşıma araçlarında “kucağa alınması gereken kişiler” olarak görülmesi meselesini de özellikle söylemek isterim. Belki haberdarsınızdır. Son zamanlarda change.org’da bir kampanya açıldı. Buradan da çağrıda bulunayım. Ona da lütfen imza atın. Biliyorsunuz bu yine bir çocukluk algısı meselesi. Çocukların toplu taşıma araçlarında her durumda kucağa rahatlıkla alınıp hiçbir kişisel sınırı yokmuş gibi istediğimiz şekilde biçim verdiğimiz bedenler olarak görülmesi…

İstanbul’daki toplu taşıma araçlarında bulunan “Çocuklarınızı kucağınıza alarak diğer yolculara yer açtığınız için teşekkür ederiz” ibaresi çocukların araçsallaşmasını pekiştirdiği gibi, çocukların hakları ile ilgili de değil.

Bir diğer şey ise “Trendleştirme” olarak isimlendirdiğim çocukların ve haklarının moda bir kavram olarak görülmeleri. Örneğin, Ekrem İmamoğlu söylemeden önce kreşler önemsiz değildi. Kreşlere, okul öncesi eğitime olan ihtiyaç her zaman baki. Ama işte o, kreşlerle ilgili bir söylemde bulunduğu için birçok ilçe belediyesinin uygun bir alanı, yeri, altyapısı, bütçesi olmasa dahi kreş açmak için harekete geçmeleri gibi bir trend oluştu. Siyaseten “göze girmek” ya da oy verenlerin nezdinde o moda kavramı kullanarak gündemleşmek için… 

Ya da “çocuk meclisi” meselesi. Aslında çocuk hakları ve katılımı açısından en arkasında durduğumuz ve yaygınlaşmasını istediğimiz bir çalışma şekli. Ama biliyorsunuz Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ne kadar demokratik bir yapısı var ki; biz onu çocuklarla kurmayı hedefliyoruz? Çocuklarla yapacağımız çalışmalarda karar alma süreçlerini ne kadar doğru işletiyoruz ki bunu çocuk meclislerine de yansıtalım? Sadece çocuk meclisi açtık demekle katılıma dair bir şey yapmış olmuyoruz. Öncesi için bir temel oluşturmak, belediyenin ve dolayısıyla yetişkinlerin çocuk algısına dair çalışmak, süreci ve sonrasını da planlamak önemli. Aksi halde seviye; her 23 Nisan’da gördüğümüz bir koltuk devri gösterisini geçmez!

“Parklar”; belediyeler deyince çocuklarla ilişkiyi en somut görebileceğimiz yerlerin başında geliyor. Parkların açılması çocuklar için evet muhteşem ama yapısı nasıl? Anne babalar şikâyet ediyor diye, çocukların üstü başı kirlenmesin diye kauçuk maddelerden, – topraksız ve kumsuz – yapılan parklar var mesela. Belediyelerin yapmayı tercih ettiği parkların çoğu kanserojen içeren bu maddelerden yapılıyor. Neden kumsuz yapılmıyor? “Köpekler yatıyor, hayvanlar kumlara pisliyor. Çocuğumuz orada zaman geçiriyor, kıyafetleri çamur oluyor.” diye ebeveyn şikayetlerini ön plana koyan belediyelerimiz var çünkü. Oysa çocukların gelişimsel becerilerine katkı sağlamak, onlara sağlıklı ve güvenli bir oyun alanı açmak ve oyun oynayan, orada zamanını geçiren çocuklarla parkların tasarımını planlayarak çocukların ihtiyaçlarını önceliklendirmek asıl belediyecilik.

“Ve anne babaların çocuklar üzerinde baskı oluşturacak beklentilerine cevap veren belediye hizmetleri.” Özellikle siz burada daha çok sanatla ilgili, kültürle ilgili çalışmalardan bahsettiniz ama birçok belediye dershaneciliği şu an yasal olarak yapamıyor olsa da etüt merkezleri ya da “adı dershane olmayan” dershane faaliyetlerini sürdürüyor. Çocuklar zaten inanılmaz bir akademik baskı altındalar ve eğitim sistemi çocukların gelişimine uygun ya da hak temelli değil. Belediyelerin buna alternatif yaratacak hak temelli eğitim metodları ile çocukların keyifli yaratıcı zaman geçirmelerini sağlayacak, her anlamda gelişimlerini destekleyecek bir pozisyonda olması gerekirken; anne babaların not ya da akademik başarı beklentisine cevap veren bir yerde durmayı tercih ediyorlar. Yine “çocuklar için” yapıldığı söylenilen bir hizmette çocukların ihtiyaçları görünmezliğe itilmiş oluyor. Belediyeler o çirkin işleyen çarkın dönmesine katkı sağlarken verilen hizmetlerin içerikleri de kalitesizleşiyor. Böylece “parası olan” haklarından faydalanabiliyorken belediyenin ücretsiz ya da daha az ücretli imkanlarından faydalananlar, başka hizmetlere, haklara tam da erişmesi gereken yerde eşit erişemeyen gruplar olarak kalmaya devam ediyor.

ÇOCUK ALGISININ ÇOCUK KATILIMINA ETKİSİ

Yaşadığım, trajikomik diyebileceğim birkaç şeyi not aldım. Bir tanesi şuydu:

Belediyede çocuk haklarıyla ilgili bir kitap yayınlanacaktı ve önsözünü hazırlamakla ilgili bir problem yaşıyorduk. Yöneticilerden bir tanesi dedi ki: “Ben çocukların birey olduğunu düşündüğüm için” diye cümleye başladı. Bunu duyduğumda: “Ha evet! Aynı dili konuşuyoruz! Yaşasın! Birey olduğunu düşünerek cümleye başladı ve bir belediye yöneticisinden bunu duymak ve cümleye böyle girmesini beklemek inanılmaz şahane” demiştim. Olay şöyle devam etti: Çocukların birey olduğunu düşündüğü için “çocukça” bir önsöz yazmak yerine; yetişkinlere yönelik uzun, beş paragraftan oluşan bir önsöz yazmış ki bir yetişkin olarak ben bile okumak istemem. İnanılmaz didaktik ve sıkıcı. Çocukça olmak çünkü aptalca olmak demek onun için. Bu olumsuz atıf bizim o önsözü yazmamızı çok zorlaştırmıştı. Bu çok tuhaftı.

Yine belediye yöneticilerinden bir tanesi toplu sünnetlere alternatif olarak; “Oğlan çocukları için toplu sünnet törenleri yapıyoruz. O zaman 11 Ekim Kız Çocukları Günü’nde de kızlara kıyafetler giydirelim. Büyük bir düğün salonunda dans etmelerini sağlayalım.” demişti! Gerçekten bu çocuk algısı bende şok etkisi yaratmıştı.

Önemsediğim diğer bir konu ise “çocukların onayları” ile ilgili. Her konuda çocukların onayını almak zorundayız. Hatta anne babalardan önce, çocukları ilgilendiren konularda ilk olarak çocukların onayını almamız lazım. Çocuklar bir yerde görünür olma ya da bir çalışmanın içinde olmayı isteyip istememek konusunda kendileri karar verdikten sonra anne babalarına bilgi vermekle yükümlüyüz. Ama mesela belediyelerde etüt evlerine, dershanelere ya da kurslara çocuklar kaydolurken pek çok belediyede onlardan toplu bir onay ve imza alınıyor. Anne babalardan da çocuklardan da. Misal, “Belediyenin kullandığı tüm sosyal medya, basın, iletişim vs. çalışmalarında çocukların görüntülerinin kullanılmasına izin veriyorum.” şeklinde bir metin imzalanıyor kayıt sırasında. Kayıt ettiren çocuğun bakım vereni imzalıyor bu metni ve çocuğun dosyasına konuluyor. Ki orada da anne ve babaya ne kadar bilgi veriliyor? Çocuğa ne kadar bilgi veriliyor? Hangi görseller bunlar? Ne için kullanılacak? Ne zaman kullanılacak? Bununla ilgili toplu bir onay metni imzalanabilir mi? Nasıl bir onay bu? Ne anlama geliyor? soruları var. Dolayısıyla böyle alınmış bir belge ile bazen kayıt sırasında “Bunu imzalamak koşuluyla o kurstan ücretsiz olarak yararlanabilirsin.” şeklinde bir algı da yaratılıyor.

Böyle bir prosedürden geçmiş bir çocuk bir gün belediye ile ilgili bir duyuruda, billboardlarda kendi fotoğrafını görünce kalakalmış. Biz haberi aldığımızda çocuğun utancından bir haftadır evden dışarı çıkamadığını öğrenmiştik. Çok üzülüp ağlamış… Mesela bütün bunlarda çocuk katılımı nerede? Çocukların izni var sözde ama ne şekilde? O kadar karışık ki birbirine.

Yine bahsetmiştim. Başkanın çocuklara önem verdiğini onları kucağına alarak ve öperek göstermesi durumu! Ve belediyelerin erken çocukluk dönemini 3-6 yaş arasından ibaret olarak algılayıp sadece 3-6 yaş arası kreş hizmetlerini desteklemesi. Ama 0-3 yaş arası ile ya da alternatif bakım hizmetleriyle hiçbir şekilde ilgilenmemesi. Ve sizin de bahsettiğiniz gibi, seçim sırasında başkanların adaylıklarını desteklenmesi için çocukları örgütlemesi. Ki bu gözler, çocuklara “Whatsapp grubu kurun. Annenize ve babanıza bana oy vermesi için mutlaka baskı yapın.” diyen belediye başkan adayları gördü!

ÇOCUK KATILIMI İLE İLGİLİ İYİ ÖRNEKLER

Üç senedir deneyimlediğim kadarıyla çocuk katılımı için tam anlamıyla bir örnek oluşturabilecek bir yerel yönetim çalışması henüz görmedim. Ama çabaları ve gelişmeleri de görmezden asla gelemem. Sarıyer Çocuk Danışma Kurulu, Şişli Çocuk Meclisi ve stratejik plan çalışmalarına çocukları dahil etmeleri ile başlayan İstanbul Büyükşehir Belediyesi çalışmalarını bu olumlu çalışmalar içinde değerlendirmek iyi olur.


Şişli Çocuk Meclisi, çok yeni bir yapılanma. Kent konseyleri altında kurulan bu meclisler belediyeler tarafından desteklenir. Fakat 2019’da yapılan yerel seçimlerden sonra Kent Konseyi toplantısında bir grup yetişkin çocuk meclisi kurmaya çalışınca; biz de Eşitlik Birimi olarak çocuklar olmadan bir çocuk meclisi kurulamayacağı hatırlatmasıyla sürece dahil olduk. Çünkü seçimlerden sonra yapılan stratejik plan çalışmalarında da çocukları dahil etmek için çok çalışmıştık. Odak grup toplantılarıyla stratejik plan çalışmalarına dahil olan çocuklar bizzat kendi ihtiyaç ve taleplerini iletmiş oldular. Bu süreçte gönüllü çocuklar meclise dahil olmak istediklerini belirtmişlerdi. — Stratejik plan çalışmalarının yöneticilere sözlerini ve faaliyet planlarını ilkeler ve sözleşmeler doğrultusunda hatırlatmak, savunuculuğunu ve takibini yapmak açısından büyük bir önemi var. — Biz de onlarla iletişime geçtik. Stratejik planlama sırasında çocuklar en çok yetişkinlerin çocuk haklarını bilmediğinden şikayetçilerdi. Dolayısıyla kurulan meclisle yapılan üç toplantıda bunu odağa alarak çocuklara; “Sizce bu çocuk meclisi nedir? Meclis ne yapsın? Ne için toplansın? Ne konuşsun? Ne kararlar alsın? Ne üzerine çalışsın? Neden var olsun? İlçedeki diğer arkadaşlarınıza nasıl ulaşsın?” gibi sorular sorduk. Ve onların söylediklerinden bu afişi hazırladık. Gördüğünüz gibi ilkeler aslında çok net.


İstanbul Büyükşehir Belediyesinin de seçim sonrası stratejik plan çalışmasına çocukları dahil etmesi, çocuk hakları alanında çalışan örgütlerle dirsek temasında olması, çıkan planı çocuk dostu metinlere çevirme çabası gerçekten uzun süredir beklediğimiz bir çalışma şekli idi. Umarım çocukların karar aşamalarına katılması bir defada kalmadan ve onları bilgilendirerek devam eder.


Sarıyer Çocuk Danışma Kurulu ise; bizzat belediyenin çocuk hakları alanında çalışan bir sivil toplum örgütü olan Tarlabaşı Toplumunu Destekleme Derneği ile işbirliği yaparak oluşturduğu; belediyenin kendi çocuk merkezlerine devam eden 22 çocuk üye ile devam eden bir kurul. Sarıyer Çocuk Danışma Kurulu için belediye personeli çocuk hakları uzmanları ile çalışarak birçok eğitim ve düzenleme yaptılar. Sarıyer Danışma Kurulu üyeleri de sempozyumda kendilerini bir oturumla anlatacaklar. Ben onlardan süreci dinlemeniz için burada bitiriyorum.

ÇOCUK KATILIMINI HAYATA GEÇİRMEK İÇİN…
Yerel yönetimlerde çocuk katılımını geliştirmek için belediyede karar vericiler ve yöneticiler başta olmak üzere çocuk algısı ve hakları konusunda çalışmalar yapmak ve bunu bir kurum/yönetim kültürü olarak sahiplenmek lazım. Çocuk hakları alanında çalışan sivil toplum örgütleriyle işbirliğine açık olmak gerekiyor.


Yetişkinlerin çocuk algısına bakarken bir yandan da çocukların belediye algısını görmek, çocukların belediye deyince ne anladığına kulak vermek ve onların ihtiyaçlarını da duymak gerekiyor. Kendi ihtiyaçlarını bizden önce çocuklar bilirler ve uygun yöntemler, alanlar sağlandığında gayet de iyi anlatırlar. Onları duymayan da duymak için alan açmayan da bizleriz. Belediyelere bir de bu gözle bir daha bakmak gerekiyor. 

Sırf kurmak için çocuk meclisi kuramayız. Meclisin ne olduğunu anlatmak, görev almak isteyen gönüllü çocuklar için araçlar geliştirmek, çocuklar için uygun/erişilebilir bir toplanma mekanının olması, çocukların zamanlarına uygun tarihlerin planlanması, ulaşımın sağlanması, çocuk hakları alanında çalışan yetişkinlerin “destekleyici”, “arabulucu” rolde kalmayı bilmeleri, temsil edilen bölgedeki her çocuğun ihtiyacını duyabilen bir sistem yaratılması, çocukların kendilerini güvenle ifade edebileceği araçların belediyeler tarafından sağlanması, mecliste çocukların yönetime dair aldığı kararların ciddiye alınması ve koşullara göre uygulanması gerekir. Çocukları “tatlı”, “sevimli”, “haşarı” vs. gören bir sürü yetişkine; çocuk meclisi kurmaya çalıştıkları bir yerde “Bir dakika, çocuklar olmadan çocuk meclisini kurmak nasıl oluyor?”diye sormak gerekir.


Bir belediyenin şehrin orada yaşayan çocuklar için anlamını, çocukların o şehirde nasıl mutlu yaşam süreceğini, şehirde gelişimlerini engelleyen şeylerin neler olduğunu, o şehrin en çok neresini/nasıl kullandıklarını, en çok nerede kendilerini güvende ve haklarına erişmiş hissettikleri sorularını, nedenlerini de ortaya koyacak şekilde sorması, gelen cevaplarla yüzleşmesi ve stratejisini buna göre oluşturması; üstelik bunu bir defa değil düzenli olarak yapması, uygulama ve izleme süreçlerine de çocukları dahil etmesi gerekir. Belediyelere çocukların hemşehrileri olduğunu ve onlara da hesap vermekle yükümlü olduklarını hatırlatarak sözlerime son veriyorum.

Sizleri de belediye çalışmalarını bu gözle izlemeye, belediyelerin çocuklarınız için mi yoksa onların hakları için mi çalıştıklarını takip etmeye davet ederek hepinize teşekkür ediyorum.